EMPERYALİST OYUN
Değerli Demokratik Solcular,
Daha önce kaleme aldığım ve oldukça uzun süren “EMPERYALİST OYUN” isimli makalemi aşağıda kısaltarak sizlerle paylaşıyorum. Konuyu başka bir boyutuyla ele almayı düşündüm. O makaleden önemli olduğunu düşündüğüm nokatalar aşağıdaki gibidir.
İsteyen arakadaşlarımıza makalenin aslı gönderilebilecektir. Bunun için DSP Fatih Facebook Grubuna Mesaj göndermeniz ve e-posta adresinizi bırakmanız yeterlidir.
EMPERYALİST OYUN”Son günlerde bazı siyasilerimiz bazı açılımlarda bulunarak yıllardır ülkemizi işgal eden bir soruna, terör sorununa bir isim bularak “KÜRT SORUNU”ndan bahsetmeğe başladılar. Acaba, bu bir Kürt sorunu mu, bir geri kalmışlık sorunu mu, yoksa emparyalist bir kışkırtma ya da küresel bir oyun sorunu mudur?
Türkler ve Kürtler, birlikte yaşamak zorunda kalan iki yabancı unsur değil, aynı ulusu oluşturan iki unsur haline gelmişlerdir. Cumhuriyet dönemimde yönetimin tümü, herhangi bir sınır olmaksızın, diğer tüm etnik kökenliler gibi her iki unsura da açılmıştır (Aydoğan: Türk Uygarlığı s.288-289).
Kürtler günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bir halktır. Etnik kökenleri aynı olmasına karşın ekonomik ve kültürel olarak en gelişkin olanları, Cumhuriyet yönetiminin sağladığı olanaklar nedeniyle Türkiye’de yaşayanlardır. Tarihleriyle ilgili bir görüş birliği olmamakla beraber Türklerle Orta Asya’dan geldiklerini ileri süren görüşler bulunmaktadır (Aydoğan: Türk Uygarlığı s.289).
Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Türkler, Doğan Avcıoğlu’na göre “Türkler gibi savaşkanlıklarıyla tanınan Kürtlerle çok önceden tanışmışlar ve İslâm ordularında görev vermişlerdir. Selçuklu hükümdarı Alparslan Malazgirt Savaşı’nda Kürtlerden önemli destek görmüştü. Yine Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde paralı askerlik yapan bir Kürt aileden gelen Selahaddin Eyyubi’nin ordusu, Türklerden oluşuyordu. Eyyubi Devleti’nin kurucusu Eyyüp bin Şadi (Selahaddin Eyyubi’nin babası), Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek haline getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve bürokrasisinin tümü Türklerden oluşuyordu. Karakoyunlular da Kürt aşiretlerini toplumun asal unsuru saymış, devlet kadrolarını onlara açık tutmuştu. Aynı tutumu, Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti de sürdürmüş; Türk-Kürt kaynaşmasını pekiştirerek bir gelenek halinde yönetim sistemimize yerleşmişti (Aydoğan: Türk Uygarlığı s.292-293
Batı Avrupa sömürgeciliğinin kabuk değiştirdiği 19.yüzyıla kadar önemli bir Kürt-devlet çatışması yaşanmadı. Sanayi devriminin yol açtığı üretim patlaması, yeni pazar gereksinimini arttırıyor, Avrupalıları yeni bir mücadeleye sokuyordu. Uzakdoğu’da sömürgesi olan İngiliz ve Fransızlar, Pazar edinme peşindeki Almanlar ve Amerikalılar, sıcak denizlere inme peşindeki Ruslar, Osmanlı topraklarıyla ilgileniyorlardı (Aydoğan: Türk Uygarlığı s.305).
Bu arada İngiliz hükümetinin bölge ile ilgili düşünceleri şöyledir:
İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston 28 Kasım 1919’da “Kürtlere ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir” derken İngiliz Başbakanı Lloyd George ise 19 Mayıs 1920’de San Remo’da bölgeyle ilgili şunları söylüyordu: “Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu kabul ettirmek güç olacaktır. İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek zor olacaktır” (Aydoğan: Atatürk ve Türk Devrimi s.118).
Benoit Mechin, Mustafa Kemal Bir İmpartorluğun Ölümü isimli eserinde Şeyh Sait ayaklanması ile ilgili olarak şunları yazar: “Başakaldırıan Kürtler, Irak ve ve İran’daki gruplar tarafından desteklendiler. Bu da sınırın öbür tarafının Türkiye için tehlike yaratması demekti. Her şeyden önece bu, yeni devletin üniterliğine ve yasaların ülkenin tümünde uygulanabilirliğine bir meydan okumaydı. Kemalist rejimin güçlenmesini önleyeceği düşüncesiyle, İngiltere, olayları kışkırtmak için Kürt başkaldırısını körüklüyordu. Bu cerahatlı yarayı, ayaklanmacılara yiyecek ve silah yardımı yaparak Türkiye’nin ensesinde tutuyordu”(Benoist-Méchin: Mustafa Kemal s.268).
Bin yıllık Türk-Kürt ilişkilerini bozmak için yapılanları yukarıda gördük. 21.yüzyılda da bu tip hareketler devam etmektedir. İngiltere’nin yerini Amerika Birleşik Devletleri almıştır. Büyük Ortadoğu Projesi ile petrol ve su kaynaklarını ele geçirmeyi arzulamaktadır. Ancak, bizler ne yazık ki, oynanan oyunları görememekteyiz. Sorunu dar bir çerçeveye sıkıştırmaktayız. Halbuki bizim gördüğümüz buz dağının sadece suyun üzerinde kalan bölümüdür. Devamı ise daha derinlerdedir.
Eğer, olayı salt geri kalmışlık olarak görürsek; dile getireceğimiz çözüm önerileri sınırlı olacaktır.
Eğer olayı sadece Kürt sorunu diye irdelersek bu sefer de bir kimlik çatışması olarak niteleyip ayrımcılığa düşeriz ki bu da olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Soruna salt terör sorunu diye bakarsak o zaman da bugün terörü bitirmek üzere yaptığımız tüm çabaların boşa gittiğini görürüz ki bu da halkımızda bir güvensizlik yaratabilir.
O zaman geriye bir tek şey kalıyor. Buz dağının köküne inerek dağı yok etmeye çalışmak. Peki bu nasıl yapılacaktır?
1.Her şeyden önce sorunun emperyalist bir kışkırtma ve küresel bir oyun olduğunu kavramak gereklidir.
2.Bu küresel oyuna karşı alınabilecek önlemler ortaya konularak acil Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyacak planlar hazırlanmalıdır (ekonomik, siyasi, kültürel, askeri ve sosyal güvenlik alanlarında).
3.Halkımız hiçbir ayırımcılığa geçit vermeyecek şekilde kenetlenmeye çağrılmalıdır.
4.Halkın aydınlatılması için her türlü tedbir alınmalı, milli bir şuur ve milli bilinç yaratılmalıdır.
5.Bunun için tarihimizde önemli yer tutan Malazgirt, Çanakkale, Dumlupınar vb yerler ziyaret edilmeli, Türk tarihi detaylı bir şekilde 7’den 70’e herkese anlatılmalıdır.
6.Emperyalist güçlerin niyetleri kamuoyuna anlatılarak halk bilinçlendirilmelidir.
7.Özellikle yazılı, işitsel ve görsel basında konunun derinliğini araştıran yazılar yazılmalı, programlar yapılmalıdır.
8.Milli ve dini günlerde tüm Türk halkını birleştirecek etkinlikler yapılmalıdır.
9.Tarihimizde daha önce sosyal sorumluluk çerçevesinde yapılan koruma amaçlı yardımlar iç ve dış kamuoyuna anlatılmalıdır.
10. Devlet politikalarında Atatürkçü Düşünce Sistemine derhal geçilerek, bu düşünce yapısı tekrar uygulanmaya konmalıdır.
Son olarak Rus Generali Mayevski’nin 1915’te Doğu Anadolu ile ilgili yaptığı değerlendirmeye değinmekte yarar var. “Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği” isimli raporun son bölümü konunun önemini ve anlatmak istediklerimizi özetlemektedir (Balcı a.g.e.s.137):
“Halbukî her şey Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hisse sahibi olmak amacına yöneliktir. Hıristiyanları korumak, insanlığı ve kanunu savunmak, bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermenilerin gerçekten zor duruma düşmelerine Avrupa aldırış bile etmemektedir. Ermeniler parlak konuşmalardan etkilenip bir daha ayaklansalar ve geçen olaylar kadar zarara uğrasalar o ünlü konuşmacıların meydana gelecek sonuçtan zerre kadar yüzleri kızarmaz”.
Saygılarımla,
Armağan ÜRETEN-DSP FATİH BEL.MEC.ÜY.KON.AD.